Ankara-Moskova Ekseni Pek Çok Sorunu Çözer

12.10.2012

Ankara-Moskova Ekseni Pek Çok Sorunu Çözer
Uluslararası “Avrasya Hareketi” lideri, siyaset bilimci, filozof Aleksandr Dugin ile özel röportaj 
Hakan Aksay : Sayın Aleksandr Gelyeviç, dünyada meydana gelen olayları niçin özellikle Avrasyacılık bakış açısından değerlendiriyorsunuz ? 
Aleksandr Dugin : Avrasyacılık bir felsefe, siyasetin felsefesi, tarihin felsefisidir. Avrasyacılık bir düşünce akımı olarak geçen yüzyılın 20’li yıllarında beyaz göçmenler arasında ortaya çıkmış olup Nikolay Trubetskiy, Pyotr Savitskiy, Nikolay Alekseyev, ve Georgiy Florovskiy’nin adlarıyla bağlantılıdır. Avrasyacılık Rusya’yı Asya ile Avrupa’nın kesiştiği noktada ortaya çıkan bağımsız bir medeniyet, hem Avrupa hem de Asya’nın çizgilerini taşıyan bir özgün dünya olarak değerlendirmektedir. 
Ben 80’li yılların ortalarında Avrasyacı oldum. O zaman biz, tüm Avrasyacı yazarları yeniden basmış, bu konuyla ilgili pek çok kitap ve makale yayınlamıştık. 90’lı yılların sonunda Avrasyacılık Rusya’da güçlü bir düşünce akımı haline geldi. Ben geleceğin bu düşünceden yana olacağını düşünüyorum. Avrasyacılık çok uluslu Rusya için ulusal fikrin en uygun biçimidir. Avrasyacılık bizde bulunan Batı ve Doğu öğelerini anlamakta ana halk olan Rusları ülkemizde meskun diğer halklarla uyumlulaştırmakta, post-Sovyet alanın ideolojik, düşünsel ve felsefi temellerde entegrasyonu için mükemmel bir temel oluşturmakta ve Batı ve Doğu ülkeleri ile ilişkilerde çelişmeyen bir model yaratmaya olanak tanımaktadır. 
H.A. : Hareketiniz Türkiye’de destek buluyor mu ? 
A.D. : Avrasyacılık Rusya için ulusal bir fikir olmaktan çok daha geniştir. Biz önce “Avrasya” Toplumsal-Siyasal Hareketi olarak oluştuk, sonra partiye dönüştük. Parti olarak var olmamız kesinlikle doğru olmadı ve biz de tekrar normal ideolojik-siyasi bir hareket olarak Avrasya Hareketi biçimine döndük. Avrasyacılık fikri evrensel olduğu için hareketimizi uluslararası bir hareket olarak tescil ettirdik. Bu çok önemli. 
Bizim 22 ülkede, BDT ülkelerinde, İtalya’da, Bulgaristan’da, Sırbistan’da, Fransa’da şubelerimiz var, hareketimiz Türkiye’de de temsil edilmektedir. Belirtmek isterim ki, bugün Türkiye’de gittikçe daha fazla insan, ki aralarında siyasetçiler, toplumsal aktivistler bulunmaktadır, Avrasyacılık görüşlerine yakınlık göstermektedirler. 
H.A.:Avrasyacılık bugünkü koşullarda en azından dış politikada anti-amerikancılık mıdır ? 
A.D. : Hayır, Avrasyacılık, bizim tahlilimize göre birden fazla olması gereken kutupların ve güçlerin dengelenmiş somut sistemini öngören çok kutuplu dünyadır. Kutuplar ikiden de fazla olmalıdır. Yani bu, şimdi ABD’nin veya ABD’deki kimi güçlerin kurmaya çalıştığı tek kutuplu model değildir. Bu, soğuk savaş döneminde var olan iki kutuplu dünya da değildir. Ancak bağımsız kutupların sayısı egemen devlet sayısına da denk olmamalıdır, zira çağdaş ulusal devletlerin çoğunluğu gerçek değere sahip bir jeopolitik kutup oluşturamayacak durumdadırlar. Bu çok önemlidir, zira çağdaş ulusal devletlerin çoğunda jeopolitik egemenlik yoktur ve olamaz da. Doğal olarak Avrasyacılık mantığı belli bir kutup oluşturacak güç birliği yapmış devletlerin birlikleri olması gerektiğini söylemektedir. Örneğin, Avrupa potansiyel bir kutuptur. Rusya, BDT ülkeleri ile birleştikten sonra (örneğin Nursultan Nazarbayev, BDT’nin “Avrasya Birliği” olarak adlandırılmasını önermektedir) Moğolistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Doğu Avrupa’nın kimi diğer ülkeleriyle bir ilişki modeli temelinde ve uygun dış politik denge olması halinde bir başka kutup olabilir. Bu kutupta benim görüşüme göre Türkiye ve İran’a da yer vardır. Japonya ve Çin ortak bir kondominium oluşturabilirler. Bir diğer kutup da Pasifik Okyanusu’nda oluşabilir. 
Böylece biz dört ana, temel kutuptan bahsediyoruz (ancak bunda ısrar etmiyoruz). Bu kutuplardan birisi kuşkusuz Amerikan alanıdır, diğeri şüphesiz Avrupa, üçüncüsü ise henüz sınırları kesin belirlenmemiş olsa da (Avrupa’nın da sınırları değişmektedir) Avrasya ve dördüncüsü ise Pasifik Okyanusu’dur. 
Avrasyacılık, böylece devasa potansiyele sahip Amerika için güçlü bir kutup (ancak tek veya ikiden birisi değil) rolünü “rezerve” etmektedir. Böylece anti-amerikancılık yapılmadığı ortadadır. Ancak, Amerikan siyasi elitinin bir kısmının küreselleşme projesi için, yani herkes için geçerli tek bir sistem kurmak için uğraştığı bir başka gerçektir. Bu sistem gerçekçi değildir. Küreselleşme de ısrar edilmesi çatışmaları doğurmaktadır. Biz küreselleşmenin bu biçimini reddediyoruz. Biz kültürlerin diyaloğundan yanayız. 
H.A. : Bugünkü Rusya’nın dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz ? 
A.D. : Bugün Rusya’nın dış politikası sinkretik bir oluşum göstermektedir. Birbirlerini tamamen dışlayan üç yönelimin temsilcilerine bağlıdır. 
İlki : Dünyaya Sovyet bakışının ataleti ciddi olarak varlığını sürdürmektedir. Yani Sovyetler Birliği’nin dostu olmuş olan ülkeler bugünde Rusya’ya dost ülkeler, karşıtı olmuş olan ülkeler bugün de Rusya’ya karşıt ülkeler olarak değerlendirilmektedir. Bu model, kimi ortak noktalara sahip olsalar da Avrasyacılık ile çakışmamaktadır.  
İkincisi : Kozırev’in izlediği hatta kendini ortaya seren Atlantik ataleti de mevcuttur. Bizim politikamızı pro-amerikan olarak gören, küreselleşme ve Amerikan emperyalizmini kabullenen Burbulis, Gaydar, Çubays, Nemtsov, Hakamada da bu çizgiyi izlemektedir. Yani bunlar Rusya’yı ancak küreselleşmenin nesnesi ve Amerikan’ın emperyalist planlarının gerçekleştirilmesine yardımcı olacak bir enstrüman olarak görmektedirler. Boris Yeltsin bu siyaseti kutsayan kişi olmuştur. 
Üçüncüsü : Sovyet modeli ile kimi ortak noktalara sahip olan ve SSCB’nin uluslararası politikasının ana ilkelerini temelli ve doktrinel-konseptüel revizyona tabii tutarak bu dönemden neyin muhafaza edilip neyin ise atılması gerektiğini belirten tamamen yenilikçi bir Avrasya jeopolitik modeli vardır. Sovyet ve Avrasya modellerinin karşıtı Atlantik modelidir. Ancak Avrasyacılığın Sovyet sisteminin oldukça modernleştirilmiş hali olduğu söylenebilir. Avrasyacılık Sovyet dış politikasını çelişkili, ardıcıl olmayan bir Avrasya jeopolitik stratejisi olarak görmektedir. Avrasya analizi açısından bu ardıcıl olmama hali Sovyetler Birliği’nin çökmesinin de nedeni olmuştur. 
Bu üç eğilim de bugün Putin’in dış politikasında gözlenmektedir. Putin, pragmatik bir siyasetçidir. Avrasyacı Putin, Atlantikçi Putin ve Sovyetçi Putin vardır. Dış politika yönelimi sinkteriktir. Avrasyacı öğeler Yeltsin’in döneminden çok daha fazladır. Atlantikçi öğeler, sınırlıdır, Yeltsin döneminden daha azdır. Sovyet öğeleri ise yeterince bulunmaktadır.  
H.A. : Rusya’nın dış politika yöneliminde bu öğelerden birisinin zamanla kuvvetlenmesinden bahsedilebilir mi ? 
A.D. : Elbette, Atlantikçi öğenin zayıflama eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu yönelimin temsilcileri tayin edici anlarda gittikçe daha az rol oynamaktadırlar. Atlantikçi eğilimin son etkinliğine örnek 11 Eylül’den sonra ABD’nin desteklenmesidir. 
Avrasyacı yaklaşıma örnek ise Moskova’nın Irak’taki duruma yönelik tepkisidir. Rusya’nın Irak’a yönelik politikası Sovyet modeline uygundur. Üstelik, Berlin-Paris-Moskova ekseninin Irak’a yönelik tavrı Irak’ın desteklenmesine değil, Anglo-Sakson müdahalesi olmadan sorunun barışçıl ve demokratik çözümüne yönelikti. Bu, uluslararası politikada Avrasyacı tavra çok iyi bir örnektir. Irak krizi konusunda Avrupa’nın Rusya ile konsolide politikası Avrasya vektörünün ete kemiğe bürünmesidir. Pro-avrupa yönelim gittikçe daha fazla ölçüde Amerikancı eğilime alternatif oluşturmaktadır. Zira, eğer Avrupa Rusya’nın ilgi duyacağı bir bağımsız kutup haline gelirse o takdirde, Rusya da kendi stratejik potansiyeline dayanarak ki, şimdiden daha güçleneceği gözükmektedir, bağımsız bir kutup oluşturabilecektir.  
Sovyet modeline gelince, bence, Vietnam, Kuzey Kore, Çin ve Küba ile ilişkilerde kendini muhafaza etmektedir. 
H.A. : Bugün Irak’ta durumun iyice karıştığını görüyoruz. Aslında başka bir savaş başlıyor. Rusya ve Türkiye’nin tavırları ne olmalıdır ? 
A.D. : Birincisi, bugün Irak’taki durum ABD’nin ikinci stratejisinin krizine işaret etmektedir. Yani biz önce küreselleşmenin krizini izledik. Şimdi ise ABD tek kutuplu dünyanın en güçlü öznesi olarak hareket ediyor. Sınırlarında çok uzakta Texas yöntemleriyle “kötü çocuğa” karşı inceltilmiş bir saldırı gerçekleştirerek tüm dünyaya kas gücünü sergilemeye karar verdi. ABD’nin ikinci modeli şöyleydi : zayıf direnişi güç uygulayarak kıralım, “kötü çocuğu” görevden alalım ve daha sonra kalın kafalı Anglo-Sakson stratejik sömürgeciliğin katı “yönetimini” uygulayalım. 
Ancak Bush tarafından Irak’ta kurulan geçici yönetim çok kısa zamanda ne zorla demokrasi getirilmesine, ne de Amerikan işgaline hazır olmayan yerli halkla çelişkiye düştü. Uysalca boyun eğmeye hazır değildi. Aynı durum Amerikalıların kurduğu suni yapıların çökerek altından farklı farklı etnik-dini dünyaların fışkırdığı Afganistan’da da meydana geldi. Sonuç: ABD’nin ikinci emperyalist senaryosunun tam olarak krize girmesi. 
Tek kutuplu dünya açısından inceltilmiş “yönetimin” krizi bana göre Amerika’nın Saddam Hüseyin’le değil ülkesini işgal ettiği halkla savaşmasından kaynaklanmaktadır. Bu gerçek bir Vietnam’dır. Ahlaki olarak Irak halkının yanında tüm dünya yer almaktadır. Amerika çıkmazdadır. 
Amerika şimdi üçüncü senaryoyu önermek zorundadır. Üçüncü senaryo Avrasya senaryosudur. Pratikte tavsiyeler almak, farklı gerekçeler sistemini ve projeleri dinlemek için bize başvurmalıdır. 
Amerikalılar kendileri değişmelidirler. Onlar Avrasyacılığın gerekliliğiyle karşılaşacaklardır. Benim bilgime göre kimi Amerikan merkezleri üçüncü adım için ciddi düşünsel hazırlık içindedirler. Amaçları dünyadaki Amerikan varlığı paradigmasını değiştirmektir. 
Şimdi Rusya ve Türkiye’nin Irak’taki menfaatlerine gelince. Bence, Amerikan birliklerinin en kısa zamanda çekilmesi ve hiçbir haklı gerekçesi olmayan saldırgan işgale derhal son verilmesiyle birlikte Irak sorununun demokratik çözümü Rusya’nın ve aynı zamanda Avrupa’nın çıkarınadır. Rusya, Amerikan işgaline karşı çıkmıştır. Türkiye de oldukça sert bir şekilde bu konuda ABD’nin yanında yer almayacağını ifade etmiştir. Rusya ve Türkiye farklı jeopolitik nedenlerle bu şekilde hareket etmişlerdir ancak Irak halkının gözünde bizler onlara desteğin garantörleriyiz. Bu yüzden Rusya açıkça haksız olan tarafa karşı durabilmek için var olan tüm diplomatik, politik ve moral otoritesini kullanmak zorundadır. Rusya, Avrupa ile birlikte Amerika’ya karşı değil Bush’un anti-amerikan çizgisine, Amerikan emperyalizmine karşı çıkmalıdır. Üstelik ben Rusya’nın bu sürecin başında olması gerektiğini düşünmüyorum. Eminim ki, biz Avrupa, Asya İslam dünyası ülkeleri ile, ABD ve Kanada’daki toplumsal hareketlerin temsilcileriyle çok kesin bir şekilde detayları konuşmalı ve pozisyonumuzu konsolide etmeliyiz. Biz, kendisine uygun olan rejimi kurabilmesi için Irak halkına olanak sağlanması amacıyla Irak’taki barış koalisyonunun, pasifist politikaların öğesi olmalıyız. Bizim Irak’a yönelik desteğimiz her şeyden önce demokratik ilkeler temelinde olmalıdır. 
Ben bugün Türkiye’nin Irak yüzünden çok zor bir durumda olduğuna inanıyorum. Irak’ta durumun her türlü gelişimi ve değişimi Güney Kürdistan’ı canlandırmakta, bu ise Türkiye için çok ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Ya Amerikalılar Kürt hareketine destek verip bölgesel plandaki Atlantik stratejilerine geri döndürebilmek için Türkiye’ye baskı yapacaklardır. Ya da Kürtler, bölgede Amerikalıların politikalarının başarısız olmasından faydalanarak faaliyetlerini arttıracak, İran da dahil başka sponsorlar aramaya başlayacaklardır. Irak’ta Kürt faktörünün canlanması kaçınılmaz olarak Türkiye’ye yansıyacaktır. 
H.A. : Bu durumda Türkiye nasıl davranmalıdır ? 
A.D. : Türkiye’nin bu sorunu çözmesi çok zor olacaktır, zira ilkesel olarak, Kemalist ulusal devletin oluşturduğu Türk jeopolitiğinin ekseni her yönden dikiş yerlerinden atmaya başlayacaktır. Hem konseptüel, hem etnolojik, hem de ekonomik açıdan. Buna bağlı olarak da, bence Türkiye, çok önemli bir yol ayrımındadır. Türk Kemalist devleti büyük bir tehlike içindedir. Birkaç nedenden ötürü : Irak sorunu yüzünden, küreselleşme yüzünden, Amerika’nın bölgede tek başına söz sahibi olmak istemesi yüzünden. ABD’nin çizgisinin desteklenmesi Türkiye’ye hiçbir şeyi garanti etmediği gibi bu çizgiyi kabullenmemesi de bir teminat değildir. Ayrıca Amerika’nın demokratik, Avrupai model yardımıyla çözmek istediği, ancak bunun da Türk toplumunun konsolidasyonunu zayıflatacağı Kuzey Kıbrıs sorunu vardır. Şimdilik “dondurulmuş” olan ancak küreselleşme eğilimleri ve bölgesel çatışmalarla “beslenerek” donu “çözülecek” olan etnik azınlıklar sorunu vardır.  
Bu durumda bağımsız bir dış politika yürütmek çok zordur. Bu güçler arasında denge kurmak çok zordur. Bu durumda ulusal devlet varlığı ile yakından bağlı olan Türk jeopolitik kimliğini her taraftan sıkıştıracaklardır. Ve bence Türkiye şu anda çok kritik bir durumda bulunmaktadır. 
H.A. : Sizce bu durumdan nasıl çıkabilir ? 
A.D. : Bu durumdan çıkış bulmak çok zor. Bence Türkiye öncelikle daha evrensel düşünmelidir, ancak bu şekilde bu dünyada kendisine uygun bir yer bulabilecektir. Ve elbette, Türkiye Rusya ile ilişkilerini gözden geçirmelidir. Bu anahtar önemdeki noktalardan biri olabilir. Bence Rusya ve Türkiye pek çok bölgesel problemin çözümünde özel bir eksen oluşturabilirler. Ben Türkiye’nin kurtuluşunun her şeyden önce ilişkilerinin ekseninin Ankara-Moskova olarak gözden geçirilmesini öngören Avrasya jeopolitiğinde olduğunu görüyorum. Bizim jeopolitik ittifakımızın öğeleri tarihimizde oldukça hissedilir olarak yer almaktadır. Eminim ki, Türk dış politikası için en çok geleceğe sahip yönelim Rusya ile yakınlaşmasında yatmaktadır. Bence, Türkiye Arap dünyasında özel bir yeri olan İran ile ilişkilerini gözden geçirmelidir. Bugün İran ve Türkiye’nin bölgede çok daha fazla ortak etkileşim noktası mevcuttur. 
Elbette Türkiye Avrupa çizgisini oluşturmalıdır. Avrupa’da kendi yerini bulmaya çalışmalıdır. Ancak Batı kültürünün Doğu’daki taşıyıcısı olarak değil. Bence bu işlev miyadını doldurmuştur. Türkiye, daha fazla doğu öğesi içeren, kendi kimliğini kabul eden Avrasya yönelimiyle hareket etmelidir. Evet Türklerin özellikle kültürde çok güçlü Avrupai komponentleri vardır. Ancak Türk halkında Doğu, Avrasya kimliği de vardır. Bence iki yönde hareket ederek, Türk kimliğini oluşturan hem Avrupa hem de Asyalı öğelere “kabul” diyerek Türk toplumu en azından bugün Türk devletinin içinde bulunduğu zor durumdan çıkış yolunu bulmaya çalışacaktır. 
H.A. : Rus-Türk ilişkilerinin gelişme perspektiflerini nasıl değerlendiriyorsunuz ? Rusya’da Türkiye’ye nasıl bakılıyor ? 
A.D. : Sovyet modelinde Türkiye düşmandı. 50’li yıllardan sonra Sovyet diplomasisi Türkiye’yi karşıt olarak algılıyordu. Atlantizm açısından Türkiye ABD’nin kayda değer olmayan, ikinci derecede uydusudur. Ancak Avrasyacılık açısından Türkiye, bölgede, Kafkaslar’da, Orta Asya’da, Orta Doğu’da yepyeni bir politika perspektifidir. Gelecekteki Rus-Türk ilişkilerinin karakteri olası ki, Avrasya jeopolitiğinde çok yeni elementlerden biri olacaktır. Eğer Türkiye Kafkaslar ve Orta Asya’da Avrasya jeopolitiğinin destekçisi olarak davranırsa Rusya rakip yerine yeni enerji, yeni jeopolitik inisiyatifler verecek olan temel bir müttefik bulmuş olacaktır. Rusya ise NATO açısından değil Avrasya bağlamında bölgesel politikaların yürütülmesi açısından jeopolitik olarak tarafsız, yeni Türkiye’nin stratejik garantörü olacaktır. 
H.A. : Siz Türkiye’nin böyle bir garantöre ihtiyacı olduğunu mu düşünüyorsunuz ? 
A.D. : Şüphesiz. Zira, Türkiye, Huntington’un yazdığı gibi “bölünmeye”, parçalanmaya yazgılanmış bir ülke. Pratikte, Kemalist devlet, küresel, neo-emperyalist, tek kutuplu Amerikan projelerinde yok edilmeye mahkum edilmiştir. Tıpkı Rusya gibi. Burada gerçeğin gözünün içine bakmak lazım. Kuzey Kıbrıs, Güney Kürdistan problemi... Bunlar Türkiye’nin Amerikan stratejik yapılandırması gereği durdurulmayacak olan kaçınılmaz parçalanma sürecinin başlangıcıdır. Türkiye yeni bir model aramalıdır. Türkiye başka bir şey olmalıdır. Ve elbette bunun için ekonomik ve stratejik bir destek gerekir. Aslında Türkiye bölgesel planda Rusya için rahatsızlık verici olan pek çok sorunu çözebilir. Tam da Rusya’nın da Ankara için sorun olan pek çok stratejik sorunu çözebileceği gibi. Bunun henüz çok avangard bir yönelim olduğu ve ne bizim “silovikler”in muhafazakar-sovyet eliti, ne de Atlantikçiler için karakteristik olmadığı çok açık. Bu yüzden diyaloğun öznelerini bulmalıyız: Türkler Rusya’da kiminle konuşmalı ve Ruslar Türkiye’de kiminle muhatap olmalı? Ben bu yönelimi çok somut olarak görebiliyorum. Bu benim için bir soyutlama değil. Bahse konu olan stratejik ve ekonomik kazanımların elde edildiği, devletin korunduğu jeopolitik bir pragmatizmdir. Yani, bu stratejik merkezlerin diyaloğu seviyesidir. Avrasya stratejik işbirliği merkezi optimal olarak bu iş için öngörülmüştür. Ve bu sadece Rus-Türk ilişkileri çerçevesinde kalmayacaktır. Rus-Türk ilişkileri konstektüzalize edilmelidir. Bence Rus-Türk ilişkilerini katı bir şekilde küresel jeopolitik kontekstte yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Burada analitik kuruluşların, toplumsal örgütlerin entegrasyonu anahtar rol oynayabilir. Zira büyük politikanın öğesi olmadan önce yenilikçi fikirler uzman entelektüel bir cemiyette tecrübe alanı bulmalıdır. Belirtmek isterim ki, bu açıdan RUTAM, Uluslararası “Avrasya Hareketi” ile işbirliği yaparak çok şey gerçekleştirebilir.
Eminim ki, RUTAM Avrasya teorisini geliştirmeyi çeşitli Avrasya etkinlikleri de düzenleyerek geliştirmeyi öngören Avrasya praksisine etkin olarak katılmalıdır. Avrasyacılık Rus-Türk küresel ekonomik projelerinde halka ilişkileri gerçekleştirmenin ideal bir yoludur, zira sadece Avrasya çerçevesinde Türkiye rakip olarak değil ekonomik ortak olarak görülecektir. Avrasyacılık Türk iş camiasının Rusya’da, Rus iş camiasının da Türkiye de ilerlemesini sağlayan operatif ve optimal bir bilgi ortamıdır. Bilimsel ve sivil toplum kurum ve kuruluşlarının entegrasyonu da çok önemlidir. Bu açıdan, RUTAM ve Uluslararası “Avrasya Hareketi”nin önlerinde faaliyet ve işbirliği için uçsuz bucaksız bir alan vardır.