Türkiyede Avrasya kardeşlerimiz! Türkler, kürtler, lazlar, çerkesler, türkmenler, araplar, rumlar! Sağ ve sol! Anarşistler, milletçiler ve müsliman ananelerin muhafızları!

28.09.2012

Türkiyede Avrasya kardeşlerimiz! Türkler, kürtler, lazlar, çerkesler, türkmenler, araplar, rumlar! Sağ ve sol! Anarşistler, milletçiler ve müsliman ananelerin muhafızları!
XX asır - büyük savaşların ve ideolojilerin yüzyılı - bitmiştir. Yeni bin yıllığına girdik. Geçmiş ve yeni başlayan iki binyıllığının sınırı, geçtiğimiz yola daha bir kere göz atmak ve gelecek için planlarımızı kurmak için iyi bir vesiledir. 
Hem Rusya için hem de Türkiye için geçmişte hatırlanacak çok şey vardır. Geleceğimize gelince hem sizin hem bizim durumumuz çok parlak değildir. Bugün hem ruslar, hem de türkler geleceğe bakarken çok büyük bir endişe duymalıdır. Gerek 10 yıl önce dünyanın süper gücü olan ülkemiz, gerekse de sizin şanlı vatanınız bugün, 2001 yılında fazla iyi bir manzara göstermiyorlar. 15 yıl var ki ülkemizde siyasi deprem devam ediyor. Sosyalizm düştü. SSCB dağıldı. Ama depremi yaratan ve idare eden güçler hala tatmin değildir. Onların amacı Rusya ismini dünya sisyasi haritasında yoketmektir. Düzenimiz ne olursa olsun: monarşi, faşizm, komünizm veya demokrasi – onlar her zaman Rusya’yı Kötülük İmparatorluğu olarak ilan etmek ve bizi yoketmeğe çalışmak için bahane bulacaklar. Türkiye gelince, sizinle ilgili onların planları belki o kadar radikal değildir. NATO ülkesi ya! Siz onlara daha bazı işler için faydalı olabilirsiniz. Ama yüzde yüz ki, şu “bazı işler” sizin beklediğiniz işler değildir. Kastettiğmiz onlar - “altın milyar”, semiz olan ve ne olursa olsun zayıflamak istemeyen milyardır. Onlar – Batı’dır, ABD ve onun uydularıdır. Onlar – mondialistler, globalciler, gözümüz önünde yerleşmekte olan Yeni Dünya Düzeni’nin kurucuları ve sahipleridir. Ne biz, ne siz bu milyara dahil ediyoruz. Rusya için hazırladığı rol radyoaktif maddelerin çöplüğüdür. Sizi belki geçici olarak Yeni Dünya Düzeni’nin gece bekçileri veya uşakları olarak işe alacaklar. Bugünkü duruma göre bu bekleyebileceğiniz maksimumdur. Oturtulan Yeni Dünya Düzeni’nin anlamını biz çoktan beri anlamıştık. Ekonomik hücüm planlarının fiyaskosu, Yakın Doğu’nun Japonya’sı olmak umutlarının kesin olarak gömülmesi, yıllarca peşine koştuğunuz Avrupa’nın Türkiye karşı artan düşmanlığının gösterilmesi, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerinde önümüzdeki yıllarda gayet büyük problemler olacak anlamına gelen yeni ABD Cumhurbaşkanı George Bush’un ifadeleri, Türkiye’nin gittikçe dost olmayan ülkelerin çemberinde kalınması ve dünyada sağlam dostların ve müttefiklerin bulunmaması gibi durumları idrak edince siz de Yeni Dünya Düzeni Türkiye için ne anlama geliyor anlamaya başlıyorsunuz. Evet! Beraber düşünebileceğimiz çok konu vardır! Nasıl böyle oldu ki, biz, iyi zamanlarda dünya kaderini belirleyen güçlü imparatorlukların milletleri, bugün tarih yolunun kenarında kalmıştık? Bu çıkmazdan nasıl bir çare olabilir? Tabii ki, biz ayrı ayrı olarak ta düşünebilir ve hareket edebiliriz. Bu halde daha fazla hatalarımız olacak ve tarihin yeni dönüşünde düşmanlarımız bizi daha kolayca birbirimize çarpıştıracaklar. Beraber düşünmemiz ve hareket etmemiz için ise çok esas ve sebep vardır. Mesela, şundan başlayalım ki, Rusya ve Türkiye birbirine çok benzer, birbirine çok yakın ülkelerdir. Her zaman çok millet birleştirebilen, idare edebilen ve koruyabilen imparatorluk tipi kudretli devletlerdir. Yabancı güçlerin ajanları akıllarımızı bozdurduğu, bizi doğru yoldan saptırdığı ve milletlerimiz için tabii olmayan kanunlara göre bizi yaşattığı ana kadar halklarımız uzun, korkunç ve şanlı yolu geçebilmiştir. O zamanlarda biz büyük enginliklere sahip idik, çok dillerle konuşuyorduk. Çarımız fiilen Ortodoks aleminin başı idi. Padişahınız aynı zamanda bürün islam aleminin hükümdarı ve dünyada Rasullullah (a.s.s.)’ın halifesi idi. Hem siz hem de biz biraz farklı bir şekilde ama tek bir Allaha inanıyorduk. Hem siz, hem de biz dünya ahenginin mesnetleri olup, asırlar boyunca kendi özel gizli görevini yerine getiriyorduk. Milletlerimiz büyük ve gururlu idiler. Dünya sarraflarının ve faizcilerinin kıvır zıvır hayhuyunu hor görüyorduk. Zaman geçti ve bu sarraflar çok kuvvetli oldular. Tahtları devirerek, tapınakları tahrip ederek, onlar yavaş yavaş batı ülkelerini ellerine aldılar. O zaman devletlerimiz bu fitneye karşı gösterilmesi gereken tepkiyi az kaldı göstermediler veya gösteremediler. Ama sonradan anlaşıldığı gibi, bizimle ilgili planları da vardı. Termitler ağaçı içinden kemirdiği gibi onlar bizi içten zayıflatmak için birkaç yüzyıl boyunca gizlice ama yoğun bir şekilde çalıştılar. Öylece, ÕÕ asırın başlangıcında hem Rus, hem Osmanlı, hem Alman, hem Avusturya imparatorlukları çöktüler. Birbirimizle savaşırken, bizim ihtilal ve milli kurtuluş savaşlarının alevinde ve kanında ülkülerimizi temelleştirirken, üçüncü şahıslar kendi özel planlarını gerçekleştiriyorlardı. Neticede Rus ve Osmanlı medeniyetleri yokedilmişti. Batı liberal-demokratik modeline muhtemel alternatifleri olarak yokedilmiştir. Bunların yerinde meydana gelen SSCB ve Türkiye cumhuriyeti de uzun müddet objektif olarak dünyanın globalleşmesi ve Pax Americana oturtulması için engel oluyorlardı. İki başlı kartalı orağa ve çekiçe değiştirerek biz dünyayı kapitalizmden kurtarmak istedik. Siz kendi bağımsızlığını savunarak, müsliman ananeleri terkedip, köklü modernizasyonu yapmağa ve Avrupa milleti olmağa çalıştınız. Bu iki tasarının önemli esasları da var idi. Hem siz, hem de biz yeni ülkülerimizin doğruluğuna samimi olarak inanıyorduk ve bu ülkülerin hayatımızda gerçekleştirilmesi için çok büyük fedakarlık gösterdik. Bu ülküler uğruna biz kökten kendi tabiatımızı değiştirmeyi bile çalıştık. Büyük çabalarda bulunurken biz anlayamıyorduk ki sanki mondialistlere karşı yönelik bu tasarının ikisi bizim için tam mondialistler tarafından uydurulmuştur. Bazı dönemlerde devletlerimiz gerçekten onların kontrolü dışına çıktılarsa da, bizim marksistçe ve kemalistçe düşünen beyinler her zaman onların anafikri (konseptual) kontrolü altında kalıyordu. Süreler doldular, ve sanki sihirbaz değneğinin sağlayışıyla biz birdenbire şu anda bulunduğumuz yerde kendimizi bulduk … Yazık, ama biz dünyayı kapitalistlerden kurtaramadık, siz de Avrupa ülkesi olamadınız. Hayaller kayboldu. Ama Çar ile Rusya da kaybolmuştur, Halife ile Osmanlı İmparatorluğu da mevcut değildir. Başka bir şeyin mevcudiyeti ise çok gerçektir: bizim başımızın üstünde sarkmış olan altın milyarın yabanarıların yuvası. Bu yabanarılar kendi Yeni Dünya Düzenini tomahawk’ların darbeleriyle tespit ediyorlar. İrak, Yugoslaviya, İran, Kuzey Kore, Libya, Kuba gördüğü humaniter açlık veya massif yoğun bombardımanları görmek istemiyorsan, bu yabanarılara uşaklık yapmaya gitmen lazımdır. Neticede, Kutsal Rusya – fahir imparatorluk, ulu azizlerin, askerlerin, bilginlerin, şairlerin ve bestecilerin vatanı hammadde teslimatçısına ve radiyoaktif atıkların çöplüğüne dönüyor, hırsızların ve fahişelerin, yoksul kölelerin ve satılık polislerin ülkesine dönüyor. Yeni çağ Puşkin’i ve Dostoyevskiy’i zorla unutturur. Bugünkü putlarımız Hollywood, Coca-cola ve Mc.Donald’s’tir. Az kaldı aynı tabloyu Boğaziçi sahillerinde görebiliriz. Ancak bir fark vardır: düzen sizde şu anda daha sağlamdır, çünkü ülkenin kaderi ordu ve polis ellerindedir. Hayat şöyledir ki, artık ne Yunus Emre, ne Evliya Çelebi, ne de Suleyman Kanuni hatırlıyorsunuz. Bu şahıslar ancak tarihi müzede sergilenen eşyalardır. Ancak normal sıradan bugünkü türk bu adamlar hakkında az kaldı hiç bir şey bilmiyor. Yeni Dünya Düzeninin hükmü uyarınca Rusya haritadan silinecekmiş, birbiriyle savaşan yirmi adet ufak devletlere parçalanacakmış. Evet, ruhumuz hala sönmemişti. Ama onlar kendi ajanların elleriyle, ancak ordumuzu ve sanayımızı değil, bizim dinimizi, bilimimizi ve kültürümüzü, halk ananeleri sonuna kadar yoketmek için ellerinden geleni yapacaklar. Bu arada gerek çar çağının mirasının, gerekse de kömünizmin 70 yıllık mirasının yokedilmesi planlanmıştır. Stalin anıtları artık 50’lerde vatan hainlerinin elleriyle yıkılmıştır. Lenin anıtları da biraz sonra kalmayacaktır. Onlar, bizim İkinci Dünya Savaşında askerlerimizin tarafından 1945 yılının mayıs ayında Der Dritte Reich başkentinde kutlandığı zaferini, uzaya ilk adamın – bizim Gagarin’imizin uçuşunu, sosyalizm çağında yerleşmiş sosyal adalet ve yaratıcı emek ruhunu ve zaten insanların çoğu için mutlu olan sovyet zamanına ait bütün aydınlık hatıraları da unutturmamız için gayret gösterecekler. Yeni Dünya Düzeni için tarihi hafızaya sahip olan insanlar gerekmemektedir, topraklarında sağlam bir şekilde kökleşmiş milletler Yeni Dünya Düzeni için uygun değildir. Yeni Dünya Düzeni için milletler zaten gereksizdir. Yeni Dünya Düzeni için kişiliksiz bireyler, dar uzmanlığına sahip olan ekonomik hayvanlar lazımdır. Bu ekonomik hayvanların bütün manevi ilgileri «Spice girls» ve Michael Jackson’dan uzak gitmeyecek. Artık söylediğimiz gibi Türkiye için onların planlarında, belki, biraz farklı kısmet öngörülmüştür. Ama bütün dünyanın karıştırılması, orijinal özelliklerinin silinmesi ve amerikan liberal standart uyarınca düzenlenmesi ile ilgili proses ülkeniz için de kaçınılmaz. Atatürkün sırası da gelir. Yeni Dünya Düzeni için, kemalizm gibi sınırlı bir şekilde milli fikirler bile istenmez. Şu anda Atatürke tapınmasını kınayan, fazla neşeli olmayan yeni siyasi-iktisadi gerçekler tam kapsamda belirtileceği zaman Atatürk’e daha acıyabilirler. Maamafih, can sıkıntısı en kötübir şey değildir. Yer gezegeninin kaynaklarının gayet sınırlı olduğu göze alınması lazımdır. Dünyanın nüfusu durmadan artmaktadır. Altın milyar ise kendi isteklerini kısmak niyetinde değildir. Demek ki, belirli bir etapta onlar bizim halklarımızı gayet radikal bir şekilde azaltmağa çalışacaklar. Bu prosesin kolaylaştırılması için Dünya Hükümeti, dünyada herhangi güç merkezlerinin yokedilmesine yönelik art arda gelen tedbirlerin sırası planlanmıştır. Bunu takip eden adımlar ise: Dünya Hükümetinin egemenliği uğruna devletlerin egemenliklerinin iptal edilmesi, Dünya Hükümeti tarafından bütün milletlere kabul ettirilen “üniversel insani değerleri” uğruna gerçek milli değerlerin yokedilmesi, suni “üniveresel” (yani vatansız, milletsiz, dinsiz, kozmopolit) insanın kurulması ve bütün dünyada yayınlanması için daha önce bağımsız olan ülkelerin halklarının milli, sosyal, dini ve başka herhangi özelliklerinin zorla silinmesidir. En sonunda aile de insanın serbestliğini sınırlayan totaliter bir yapı olarak ilan edilecek ve iptal edilecek. Çocuklar çocuk merkezlerinde doğacaklar, ama anne babalarını tanımayacaklar. Anneler ve babalar da birbirini çok kısa bir süre tanıyacaklar ve aile kurmayacaklar. Hergünkü ihtiyaçlar için ise demokratik genel evler muhakkak kalacaklar. İnsanın tek bir özelliği kalacak: bir meslektir. Ama bu meslek te serili bir özellik olur. Herhangi bütünlük dışında bulunan bu tür insanlar yüzde yüz olarak idare edilebilen şahıslar olacak ve hiç bir zaman ayaklanmayacaktır. Herhangi bir bütünlük hakkında hayatta düşünmeyecekler. Kardeşlik kavramını anlamayacaklar. Nietzsche’nin sözüyle bu “son” insanlar için ancak kendi özel hayat önemli olacak. Tabii ki bu insanlar artık bugünkü anlamda insanlar olmayacak. Ekonomik hayvan tanımı bunun için gerçekten daha doğru olacak. Yalnız bu tür hayvan ne kurt, ne koyun, ne kartal, ne güvercin, ne karınca ne yılan olur. Piskolojik olarak ekonomik hayvana en yakın hayvan amip olacaktır. Altın milyara girmeyecek insanlar için mondialistler tarafından hazırlanmakta olan gelecek tam böyledir. Tam bunun hakkında Yeni Dünya Düzeninin teoricisi ve aynı zamanda bankacı Jacques Attali yazıyor. Ama bununla iş bitmiyor. Onun dışında genetik ve bioteknoloji vardır. Altın milyar için uzun omürlülüğünün ve onun eliti için ölümsüzlüğünün sağlanması için araştırmalar yapılmaktadır. Artık bugün bu alanda önemli başarılar elde edilmiştir. Yalnız şu anda bu işler çok pahalıdır. Pahalılığına etkileyen ana faktörler medeni kanunlar, dini ve ahlaki normlardır. İşbudur ki, yeni teknolojilere göre hayat, başlıca olarak donor organlarının ve fetal (yani düşürülen, kürtaj edilen çocukların dokularından yapılmış) müstahzarların vasıtasıyla uzatılacakmış. Öyleyse, mondialistler gizli ve açık olarak insan organlarının piyasasının geliştirilmesini, bir de çocuk düşürmelerinin arttırılmasını teşvik edecekler. Yüksek teknolojiye sahip olan şirketler için bu yeni ve çok karlı business alanı olacaktır ve şüphesiz ki artık olmağa başlamaktadır. Tabii ki bu piyasanın gelişme yolu dümdüz olmayacak. Ama yeni bir kar kaynağının sağlanması için (çok büyük kar!!!) kapitalistin herhangi cinayete hazır olması artık eski zamandan beri biliniyor. Dünya kamuoyunu rahatlatmak, sakinleştirmek, insanların beyinleri iyice yıkamak gerekecektir. Bütün bu yeniliklerin devreye sokulması için seçim serbestliği, kendi bedenini kullanmak için serbestlik sloganları kullanılacak. Organların ticareti ile ilgili olarak dürüst business, namuslu alışveriş ve başka interesan ifadeler kullanılacak. Bununla ilgili olarak, bedeninin bir kısmını satan memnun olsunlar ve sussunlar diye başlangıçta Yeni Dünya Düzeni sahipleri kese ağzını açmak zorunda kalacaklar. Ama biraz zaman geçer. Bu tür ticaret normal görünmeğe başlayacak. Daha 5-10 yıl ve bizim organlar, bizim bedenler altın milyarın hayati önemde menfaatlerinin bölgesi olarak ilan edilecektir. O zaman biz ister istemez bizim böbreklerimizi ve çocuklarımızı altın milyarı sağlığı ve ölümsüzlüğü uğruna yumuşak varyantta sabit fiyatlara karşı satmak, daha sert varyantta ise harac olarak vermek zorunda kalacağız. Bu ticarete katılmak istemeyecek veya bu tür ticareti yasaklayacak asi devletler, antidemokratik, gerici, muhafazakar rejimler olarak damgalanacak ve şüphe yok ki, bu ülkelerde demokrasinin oluşturulması için humaniter bombardımanların gerçekleştirilmesi uygun görülecektir. Bununla ilgili olarak, en yakın zamanda, çocuk düşürmeleri ve insan bedeniyle ilgili herhangi denemelerin yapılmasını kınayan islam ve hırıstiyanlık gibi anane dinlerinin Yeni Dünya Düzeni kurucuları tarafından organize edilen çok taraflı hücümlere maruz olacağını beklemek çok tabii olur. Böylece, ulu imparatorlukların varisleri olan milletlerimizin önünde Yeni Dünya Düzeni’nin kurtları ve çobanları tarafından kesilecek koyunlara dönüşmesinin çok karanlık perspektifi duruyor. Bu perspektif – gelecek psikotronik-biyolojik faşizm – Yeni Dünya Düzeni’ni son safhası olacaktır. Buna karşı ne koyulabilir? O kadar neşeli gelecek nasıl iptal edilebilir? Yeni Dünya Düzeni’nin ejderhasına karşı hangi silahla çıkabiliriz? Aklımız var. Gücümüz var. Maddi kaynaklarımız vardır. Tabii ki, onların kadar paramız yok. Ama para gerçekten sadece kağıttır. Bunu iyice anlamamız lazımdır… Bizim gerçek eksiğimiz - hepimizi birleştiren, her millet için ayrı olarak ve bütün milletler için toplu olarak kabul edilebilen, ortak direniş için bizi mobilize edebilecek fikrin bulunmamasıdır. Böyle bir fikir geleceğe yönelik olup, geleceğin ülküsünü açık bir surette belirtmelidir ve aynı zamanda ananelere, bizim şanlı atalarmızın vasiyetlerine dayanmalıdır. Tek bir stratejik fikir olmadan bütün bizim mukavemet girişimlerimiz iyice hesaplanmamış boş çırpınmalar olacaktır. Şu ana kadar dünyada mevcut olan antiglobalist hareket genelde Yeni Dünya Düzeni’in eleştirilmesi ve reddedilmesi yolunda gelişmektedir. Ancak sıcak protesto pozitif bir program ile iyice takviye edilmemiştir. Pozitif program olmadan ise gerekli anda hücüme geçilemez. Böyle bir tür fikirler vardır ki meydana geldiği zamanda kabul edilmez, ve ancak çok zaman geçtikten sonra takdir kazanır. Sanki bu fikirlerin müellifleri kendi çağını çok geride bırakırlar. Allahın hikmetiyle bu tür fikirler bizde söylendiği gibi “kara gün” için saklanır. Büyük ihtimal, biz şu anda bu kara güne çok yakın bir mesafeye yaklaştık. Daha önce söylenmiş, ama dikkate alınmamış fikirlerin büyük bir kompleksiyle silahlanmak için zaman gelmiştir. Avrasyacılık fikri XX yüzyılın 20-30 yıllarında Avrupaya kaçan rus beyaz göçmen entellektüellerin ortamında doğmuştur. Devrim sarsıntılarından Rusya dışına kaçmak zorunda kalan rus bilginler Dük N.S.Trubetskoy, P.N.Savitskiy, O.G.Florovskiy, L.P.Karsavin ve diğer, gözleri önünde olmuş siyasi facianın sebepleri ve anlamını yeniden değerlendirerek, devrimi Rusya’da son yüzyıllarında oluşan proseslerin doğal bir neticesi olarak kabul ettiler ve devrim neticelerine dayanarak ülkenin tabii gelişmesi için bir yol göstermeğe çalıştılar. Avrasyacılıkçılar SSCB’de 20-30’larda oluşan reformların büyük kısmını doğru ve tabii sayıyorlardı ve bu konuda diğer beyaz ideologların görüşleriyle çeliştiler. Bolşeviklerin bazı reformlarını kabul ederek, avrasyacılıkçılar sayıyorlar ki, marksist teorisinin talepleri Rusya’da gerçekleştirmeğe yönelik girişimleri sonuçta herhalde, 200 yıl önce Birinci Petro’nun (türkler ona çok doğru olarak Deli Petro derler) batıcılık reformları gibi yenilgiye mahkumdur. Rusya milletleri tarafından batıcılık reformları kabul edilmemesi esasen komünist ihtilalinin ana sebebi idi. SSCB’de oluşan değişikliklerde ancak negatif tarafı değil, ama Rusya tarihinin önceki etaplarında belirlenmeğe başlayan gelişmenin orijinal eğilimlerinin belirtilmesini görüp, avrasyacılıkçıar yeni iyimser konsepti uydurdular. Bu konseptin ana üstünlüklerin birisi, onun herhangi batı sosyal-felsefe teorilerinden bağımsızlığıdır. Avrasyacılık yeni orijinal rus felsefe ve Rusya’nın entelektüel sınıfı tarafından Batının konseptual iktidarından kurtulmasının başlangıcı olmuştur. Ama ilk gerçek avrasyacılıkçı olarak XIX yüzyılın ikinci yarısında faaliyette bulunmuş olan rus felsefeci, gazeteci ve diplomat Konstantin Leontyev değerlendirilebilir. Diplomat görevini yaparken, Konstantin Leontyev uzun zaman Osmanlı İmparatorluğunda kalmıştır. Daha fazla Rumeli’de çalışarak, o Anadolu’yu ve Girit’i gayet iyi incelemiştir. İnançlı rus milletçi ve emperyalist olup, Ê.Leontyev aynı zamanda hayatın keskinleşmiş estetik algısına sahip oluyordu. Osmanlı İmparatorluğu o zaman Rusya’nın sürekli askeri muhalifi ve ıslav ile ortodoks halklarının zalimi sayıldığına rağmen K.Leontyev bulunduğu ülkeyi samimi olarak sevdi ve bu ülke ile ilgili olarak çok anı yazılarını, kısa hikayeleri ve birkaç romanı yazmıştır. Bütün ıslav sorunlarını doğrudan doğruya bilerek K.Leontyev, rus ve bütün başka ıslav milletleri için en büyük tehlike olarak Batı Avrupa’nın ideolojik tesiri ve liberal ilerleme (progress) fikrini sayıyordu. K.Leontyev açısından bu tehlikenin karşısında bütün başka sorunlar ikinci plana düşürülmelidir. K.Leontyev’e göre liberal-kapitalizmin ana kötülüğü, halkların orijinal kültürlerine, ananelerine ve herhangi özelliklerine öldürücü bir etkisidir. O anlatıyordu ki, daha XIX asırının başlangıcında Avrupa milletlerinin ve kültürlerinin çiçeklenen bir halı idi. Her ülkede hayatın kendi özel tadı, kendi özel ruhu ve usulü vardı. Her ülkenin kendi orijinal devlet şekli vardı. Her eyalet, her şehir kendi özel şarkılarını söylüyordu, kendi özel giyimlerini giyiyordu, kendi özel yemeklerini yiyordu. Almanları hollandalılarla, fransızları italyanlarla, portekizleri espanyolarla ve avusturyalıları macarlarla karıştırmak mümkün değildi. Oluşmuş kapitalist sanayı devrimi ancak 30-40 yıl içinde sanayı ülkelerinin insanlarını gri ceket-kasket yığınına dönüştürmüştür. Geleneksel iktisatın, mesleklerin, esnafların, grupların, sınıfların ve tabakaların hiyerarşisi – bütün bu özellikleri kapitalist piyasa yok etmiştir. Avrupa ülkelerinin kültürü ve sanatı aynı akıbete uğramıştır. Kapitalist piyasanın kanunları bu alana tecavüz ederek kültürü ve sanatı mala dönüştürdüğü zaman gerçek milli sanat, milletler ruhunun yaratıcılığı yerine “yığınsal kültür” (mass-culture) getirilmiştir. Krallar ve şövalyeler, orta çağların cumhuriyetleri ve tüccarların birlikleri, esnaf loncaları ve rahbanların tarikatları ancak geçmişte kaldılar. Ancak yağlı burjuvazi ve acımasız olarak sömürülen gri proletarya kalmıştır. Dini hayat donakalmış, ancak zahiri ayinler kaldı. Ama ayinler de çok meşgul burjuva için fazla rahatsızlık getirmemek üzere azami derecede basitleştirilmiş ve kısaltılmış. Bu prosesin acayıp bir doruk noktası Amerika’da görüyoruz. Bazı yerlerde insanlar kiliseye araçlarla yaklaşarak, araçtan çıkmadan oparlörden papazın sözleri dinleyorlar, araçtan çıkmadan da dua ediyorlar. Bu arada duaların içeriği da bazan çok ilginç: “Tanrı, bize para ver!” O kadar. Yeni dünya sahipleri için yarısını anlamak için bile zor olan orta çağların ruhaniyeti, şiiri, mistiği ise tamamen reddedilmiş, unutturulmuş, alay edilmiştir. Bunların yerine edebiyatta bulvar romanları, sanatta formalizm, felsefede pozitivizm gelmiştir. Bir yerde gerçek şiir meydana geldiyse de, bu şiir her zaman oluşmuş yeni düzene karşı protesto ifade ediyordu, burjuva devletinin propaganda makinesi tarafından telkin edilen değerlerden farklı değerleri aramakta idi. Değişmiş Avrupa’ya müracaat ederek K.Leontyev haykırıyor: “Bugünkü Avrupa! Kendin içinde bütün Ulu, Zarif ve Kutsal öldürdüğün ve şu anda senin bulaşıcı nefesin ile bizi de bulaştırmakta olduğun için ne kadar senden nefret ediyoruz!”. İleri uzak mesafeye bakarak K.Leontyev karamsar idi. O zannediyordu ki, kilise ile birlikte sert çar iktidarı, prensip olarak, çürüme-ilerlerme süreçlerini durudurabilir, ama bu işin gerçekleştirmesi için o zamanki iktidarın ve kilisenin yeterli iradesini ve hazırlığını görmüyordu. K.Leontyev tarafından teklif edilen sosyal-kültürel ülkü “çiçeklenen komplikelik” idi. Bu terim altında felsefeci, en komplike yapısı ve bununla ilgili olarak hayatın bütün taraflarının en yüksek estetiği olan toplumun halini anlıyordu. Avrupa’da bu tip toplum orta çağlarda mevcut idi. Rusya’da, Osmanlı İmparatorluğunda ve diğer Doğu ülkelerinde K.Leontyev hayattayken “çiçeklenen komplikelik” dönemi daha bitmemiştir. Bu safhada bulunan ülkelerin ve imparatorlukların etkileşimi ise daha ilginç bile olaydır, çünkü bu tür etkileşim eşsiz, muazzam, ürkütücü ve heyecanlı tarih dramasını yaratıyor. Ama bu ülkünün yolunda liberalizm ejderhası beklemektedir. Bir kesilen başının yerinde yeni iki baş çıkar. Liberalizmin geleneksel kültürlere hücumu, bütün gerçek dinlerde kehanet edilen kötülüktür. Ahır zamanda bu kötülük kısa zaman için ama tamamen dünyayı kapsayacak ve bütün muhalifleri yenecekmiş. Bu kötülük hırıstiyanlıkta antihrist, islamda ise daccal denilir. Ancak mucize veya Allah’ın müdahalesi bu kötülüğü durdurabilir ve önleyebilir… K.Leontyev düşünüyordu ki, Rusya dünya liberalizmine karşı savaşın başında bulunmalıdır. Bu savaşta yenmek için Rusya Çin, Hindustan, Moğolistan, Japon, İran, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer müsliman ülkelerle birlik kurmalıdır ve liberal Avrupa’ya karşı ortak bir sefer organize etmelidir. Bu seferin sonucunda Avrupa’da ananeler restore edilmelidir, liberalizmin kökenleri ise kazınmalıdır. Sosyalizmi ancak ilerlemeciliğin bir türü görerek K.Leontyev sosyalistleri de kınıyordu. Ama bu arada o kendi zamanı için parlak bir fikri ifade etmiştir. Onun görüşüne göre sosyalizmin monarşi ile birleştirilmesi, yani sol ekonomik ve sağ politik bileşenlerinin birliği, liberalizm için ölüm tehlikesi yaratabilir. Genelde K.Leontyev tarafından ifade edilen fikirler daha sonra daha ayrıntılı bir şekilde F.Nietzsche, O.Spengler ve A.Toinbey tarafından formule edilmiştir. Rusya’da K.Leontyev’in taraftarların sayısı az değildi. Ama devlet onun ikazlarını sanki hiç duymamıştır. K.Leontyev’in karanlık kehanetlerinin çoğunun önemli derecede gerçekleşmesinden sonra, yeni tarihsel etapta onun fikirleri geliştirerek XX yüzyılın 20-30’larında siyasi sahneye çıkan avrasyacılıkçılar Rusya tarihine yeni bir tarihsel görüşünü çıkardılar. Onların görüşlerine göre Rusya - Avrupa değildir, Asya da değildir. Rusya, Avrupa ile Asyayı birleştiren ortasındaki bir kıtaadır. Bu ortasındaki kıta için verdikleri isim Avrasya’dır. Jeografik şartları, devlet ve ekonomik şekilleri, ahlak ile dini ülküleri açısından Avrasya gerek Avrupa’dan, gerek Asya’dan farklıdır. Sınırsız Avrasya enginliğinde çok millet, ırk, dil, kültür yerleşmektedir. Ama bir Avrasya ruhu ıslav ortodoks ekincileri, türk müsliman göçebeleri ve ekincileri, Kavkasya müsliman dağcıları, Kalmuk, Buryat ve Moğol buddist göçebeleri, çok sayıdaki bir kısmı hırıstiyan, bir kısmı da şamanist olan Fin-Ugur ve Uzak Kuzey avcıları, balıkçıları ve rencilikçileri birleştirmektedir. Bu büyük ve küçük halkların çokluğuna ve farklılığına rağmen Avrasya alanında her zaman tek bir devlet, tek imparatorluk vardı. Halkların ve önderlerinin isimleri değişiyordu, ama özü değişmez kalıyordu. SSCB, Rusya İmparatorluğu, Çingiz-han imparatorluğu, Hunlar imparatorluğu, İskitlerin imparatorluğu ve daha önceki, Herodot tarafından bile bilinmediği halklar ve imparatorluklar… Bu imparatorlukların her birisi ormanların ve bozkırların sınırsız enginliğini kapsıyordu. Her birisinde güçlü askeri merkez idaresi vardı ve bu idare herşeyden önce siyasi ve dini fikirlerin iktidarına dayanıyordu. Bu toplumlarda para iktidarı değil, kutsal hukuk hakim oluyordu. Bu tür imparatorluklarda idari iktidarın sertliği, imparatorluktaki halkların iç hayatı, adetleri, dinleri ile ilgili bütün konularda çok geniş serbestlik ve tolerans ile birleştirilmiş durumda idi. Bu arada imparatorluk kapsamına giren her küçük milletin eliti imparatorluk elitinin bir parçası idi. Böyle düzen İskitlerde ve Hunlarda var idi, aynı düzen Çingiz-han imparatorluğunda idi, aynı düzen bütün Rusya tarihi boyunca saklanmakta idi. En eski zamanlardanberi Rus çarların (knyaz’ların) hizmetinde her zaman çok varyag (kuzey iskandinav veya ıslav), kıpçak, oğuz ve bulgar var idi. Rusya İmparatorluğunun Moskova ve Petersburg dönemlerinde devlet başında bulunan soyluların sınıfına ait soyların en az üçte birisi türk-moğol asıllı soylar idi. Bunların dışında bu sınıfta gayet önemli oranda Kavkasya asıllı, alman, lituan ve leh soyları var idi. Aslında her zaman bütün başka halkları tam insan olmayan yaratıkları sayan Avrupalıların aksine, Ruslar kendi yakın ve uzak komşularla her zaman anlaşabiliyordu ve işbirliği kurabiliyordu. Rus İmparatorluğunda küçük milletler hiç zaman köle veya uşak olmadı. Onlar her zaman Rus halkının küçük kardeşleri idi. Ruslarda bir şey varken Ruslar kardeş halklarıyla bunu adilce paylaşıyordu. Ve çok seyrek istisna ile bu halklar ruslara karşı minettarlık ve sadakat belli ediyorlardı. Kavkasya’da Rus istilasına karşı silahlı direniş hareketi başında uzun zaman bulunan meşhur avar imam Şamili hatırlayalım. Esir olduktan sonra ne idam edilmiş, ne de hapisaneye atılmış. Ters. İmparatorluk başkentinde saygılıkla karşılanıp, Moskova yanında bulunan Kaluga şehrine gönderilmiştir. Bunun bir oğlu sonradan Rus jeneral oldu. Diğer oğlu ise Osmanlı İmparatorluğuna gidip orada Osmanlı ordusunun paşası olmuştur. İmam kendisi ise yaşlandığı zaman hacca gitmiş ve Mekke’de uzun zaman kalarak orada da vefat etmiştir. Avarlar, çeçenler, inguşlar ve diğer Kuzey Kavkasya milletleri ise tam 1917 yılındaki ihtilale kadar sadık olarak Rus Çarına hizmet ediyorlardı. 1. Dünya savaşı başlangıcında bunlardan “Vahşi Tümen” kurulmuştur. Bu tümen Avrasya imparatorluğu için batı cephede almanlara ve avusturyalılara karşı savaşarak ulu şan ve şeref kazanmıştır. 1812 yılının savaşını hatırlayalım. Bu yıl Avrasya’ya bütün Avrupa’nın fatihi Napoleon tecavüz etmiştir. O yılda imparatorluk içinde yaşayan bütün müsliman halklarının heyeti çara müracaat ederek, Rus ordusu kapsamında özel müsliman birilklerinin kurulması için izinin verilmesini istemiştir. Bu istek Çar tarafından uygun görülmüştür ve böyle birlikler kurulmuştur. Atlı tatarlar, başkortlar ve kalmuklar, mesela, bütün büyük muharebelere katıldılar ve bu muharebelerde çok etkili bir şekilde yayları ve okları kullandılar. Savaşın bitiminde ise bu Avrasya askerleri Rus kardeşleriyle birlikte ulu ortak zaferini yere serilen Paris’te kutladılar. Rus Çarı tahtının sadık hizmetçileri olan, milleti Nogay olan Urusov kardeşlerini hatırlayalım. Bu cesur adamlar, XVII yüzyılın başlangıcında olmuş Büyük Kargaşalığın zamanında kendi ordusu ile Moskova’ya çok yakın mesafede duran gasıp İkinci LjeDmitriy’yi (yani Sahte Dmitriy – kendisini çoçuklukta ölmüş Korkunç İvan oğlu olan şehzade Dmitriy olarak ilan eden bir yahudi maceracı) öldürmüştür ve bu şekilde onun ordusunu da dağıtmışlardır. Nahiçevan hanı da unutmayalım. Kendi jeneralleri tarafından ihanet edildiği anda, işbu jenerallerin baskısıyla son Rus İmparatoru Ikinci Nikolay’ının tahttan feragat edilmesini Nahiçevan hanı kabul etmemiş ve sonuna kadar ona sadık kalmıştır. SSCB’de gerek büyük, gerekse de küçük halkların haklarının sağlanmasına daha önemli derecede dikkat verilmiştir. 2. Dünya savaşından sonraki bazı dramatik olayları bir tarafta bırakıp (SSCB’ye saldıran almanlarıyla işbirliğin kurulması sebebiyle (yani zor dakikada yapılmış ihanet için) kırım tatarlarının ve çeçenlerin ceza olarak Orta Asya’ya sürülmesi) söyleyelim ki, ulusal kültürlerin gelişmesi için SSCB’de yapıldığı kadar dünyada hiç bir yerde ve hiç bir zaman yapılmamıştır. Ulusal kadro hazırlama sistemi, üniversitelerde ulusal kadro için belirli kotlar. Ulusal bilimsel akademiler, ulusal yüksek ve orta okullar, her millet için uydurulan alfabeler ve milli edebiyatın teşvik edilmesi. Ulusal kültür merkezlerinin kurulması. Ulusal kültür festivallerin organize edilmesi. Bu siyaset kendi zengin meyvaları vermiştir. Sovyet devleti elitinde Rusya-Avrasya milletlerinin çoğu temsil edilmiştir. Bunun en acayip örneği ise şudur. 1984-85 yıllarında, tam “Kel Gorbi”nin (yani hain Gorbaçov - aleyhi laanet!) iktidara geldikten önce, Sovyetler Birliği Kommünist Partisinin Genel sekreteri ve demek ki ülkenin yönetmeni Konstantin Ustinoviç Çernenko idi. Az biliniyor ki, bu adamın memleketi Krasnoyarsk bölgesi (Orta Sibirya) idi, milleti ise tof idi. Toflar veya tofalar, SSCB’nin (ve şimdiki Rusya’nın) en küçük milleti ve aynı zamanda dünyada türk milletlerden en küçük millettir. Tofaların genel sayısı 600 küsür kişidir. Tofalar Krasnoyarsk bölgesindeki iki köyde yaşamaktadır. Onların dili, adetleri ve ekonomik yapısı XX asırın 80. yıllarında Rus türkolog Rassadin tarafından tarife edilmiştir. Milletlerin eşitliği şudur! SSCB’nin 300 milyonluk imparatorluğunun en küçük milletinin temsilcisi, gayet kısa süre bile olsun, ama bütün bu kocaman imparatorluğunu idare ediyordu. Böyle bir durum daha nerede vardı? Kendi 100-150 milletlerini koruyarak Rusya-Avrasya her zaman Batı güçlerinin müstemleke politikasına karşı bir denk idi. XIX yüzyılında bütün Şark: müslimanlar, buddistler, hinduistler biliyorlardı ki uzak kuzeyde bir yerde frenglere ve ingilizlere karşı devamlı olarak savaşan bir ülke vardır. Bütün sömürülen halklar o zaman Rus Beyaz Çar’a kendi mistik umitleri bağlıyorlardı. Moğolistan’da ve Tibet’te Rus Çarlar’a ve Çariçeler’e özel bir saygı sunulurdu. Bu ülkelerde onlar cisimleşmiş çeşitli buddist tanrılar olarak sayılıyordu. Belirli bir derecede bu ümitler XX yüzyılın ikinci kısmında gerçekleşmiştir. 2. Dünya savaşından sonra SSCB’nin büyük çabalarıyla Dünya müstemleke sistemi düşmüştür. Zaten, SSCB yöneticiliği dünya politikasında dinler alanında daha esnek bir şekilde davranabilse, SSCB Dünya Hakkının ve Adaletinin gerçek mesneti olacaktı. Buna ilaveten kendi halkların ananelerine ve avrasyacılık geopolitiğine dayansaydı, yenilmez bir güç olacaktı. Ama maalesef, her şey ters olmuştur. Ne yazık ki, avrasyacılıkçıların tasarıları Sovyetler Birliği yöneticileri tarafından dikkate alınmamıştır. Genelde avrasyacılığa uygun bir siyaseti gerçekleştiren Stalin vefatından sonra ikitidara yeniden batıcılar geldiler. Marksist dogmatiğinin duman perdesi arkasında bu batıcılar yavaş yavaş Batı lehine burjuva karşı-devrimi hazırlıyorlardı. Khruşöv, Andropov, Gorbaçov Batı etkisinin ajanları idiler. Kritik anda batıcılar tarafından organize edilen komplo başarılı olmuştur. Burjuva karşı-devrimin aktif safhası açılınca kel gorbi’nin boş laklakiyattan bıkmış halk sosyalizmin kazanımlarını korumak için sokağa bile çıkmamıştır. Artık gereksiz olmuş marksist dogmalar komplocular tarafından çabukça çöplüğe atılmıştır. Hiç gerçek sebebi olmadan SSCB dağıtılmıştı. İmparatorluk şartlarında halledilmiş problemler yeniden meydana gelmiştir. SSCB’nin kenar bölgelerinde milletlerarası savaşlar patlamışlar. Neticede hiç bir yeni bağımsız devlette eski durum ile kıyaslansa yaşam iyiliğe değişmemiştir. Savaşlar, ekonomik kriz, göçmenler, kaynakların yetersizliği ve bunları dünya fiyatlarında almak mecburiyeti – bütün bu afetler bağımsızlığın bedelidir. Rusya kendisinde durum biraz daha iyidir. Ama burada da vahşi kapitalizm, işsizlik, Sovyet zamanında unutulmuş verem, Sovyet zamanında hiç bilinmeyen esrarkeşlik, orospuluk, çetecilik ve milletin çoğunun sefaleti. Teselli olarak ise ancak ölü amerikan “üniversel” değerleridir. Evet, Sovyetler Birliğinde kendi eksikleri var idi, evet fazla serbestliği yoktu. Ama kapitalizm nedir unutmuş veya hiç bilmemiş Sovyet halkı kurulacak kapitalizmin gerçek yüzünü melyun “perestroyka” zamanında bilseydi… SSCB’nin siyasi arenadan kayboluşunun sonucunda dünyada ABD ve NATO’nun keyfiliği ve zorbalığı hakimiyeti tespit edilmişti. Panama, İrak, Somali, Libya, Yugoslaviya, Kuzey Kore – bu ülkeler Yeni Dünya Düzeni’nin ancak ilk, en itaatsız kurbanlarıdır. Ama başkaların sırası da geliyor. Amerikalılar kendi Füze Karşı Savunma Sistemi kurulunca bu sıra gündeme gelecek, yani ABD istediği ülkeyi herhangi sebepten dolayı hiç cezasız ve karşılıksız olarak bombalamak imkanı elde edecek. ABD’nin bütün bu kepazeliklerini önlemek için dünyada asker, organizasyon ve entelektüel gücü, bir de kaynaklar açısından ABD’ye eşit bir sisyasi güç meydana gelmelidir. Şu anda böyle bir güç yoktur. Böyle bir gücünün adayı olarak Çin sayılabilir. Ama bugün tek başına bu görevi Çin de yapamayacak. Bu şartlarda Avrasya Kıta Stratejik Birliğinin fikri çok güncel olmağa başlıyor. Bu Birliğe ilk sırada Çin, Hindustan, İran ve Rusya dahil olabilir. Bu ülkeler şu anda Yeni Dünya Düzeni’nden belirli bir derecede bağımsızdır. (Rusya, maalesef başkalardan daha küçük bir derecede bağımsız). Ama bu Birlik kurulduktan sonra ona bir zaman mıtlaka birleşlmesi gereken Kore, Hindiçini ülkeleri, Hindustan ve Hindustan ile barıştırılması gereken Pakistan, bütün arap ülkeleri ve, büyük ihtimal, Balkan ülkelerin çoğu da katılabilir. Ve tabii ki, Türkiye bu birliğe katılabilir. Avrupa’da ve Asya’da bulunarak Türkiye doğal olarak Avrasya ülkesidir. Tarif ettiğimiz Rusya İmparatorluğunun özelliklerine Türkiye de (daha doğrusu zor anlaşılan sebeplerde dolayı bugünkü Türkiye’de sevilmeyen Osmanlı İmparatorluğu) sahiptir. Avrupa olmaktan vazgeçmek ve Avrasya’ya dönmek – Türkiye için doğru seçim olacaktı. Türkiye entellektüelleri çoktanberi anlamalıdır ki, Avrupa için Türkiye, tıpkı Rusya gibi yabancıdır. Hem biz, hem siz avrupalılardan farklıdır. Onlar bizi sevmiyorlar ve korkuyorlar. Avrasya ise gerçekten bizim Ortak Evimiz olabilir. Bu arada, tabii ki, hangi eski dargınlıklarımız var ise onları unutmalıyız. Ancak gerçekten fazla karşılıklı dargınlıklarımız da yoktur. Evet bazan birbirimize karşı savaşıyorduk. Ama birbirimize de yardımcı oluyorduk, birbirimizi kurtarıyorduk. Mesela, Rusya en azından iki kere Türkiye’yi kurtarmıştır. Birinci olay, XIX yüzyılın 30’larında oluşmuş. O zaman Osmanlı Padişaha karşı Mısır Valisi Emir Muhammed Ali ayaklanmış ve ingilizlerin desteğiyle kuvvetli bir ordu hazırlayarak İstanbul tarafına sefere çıktı. Yolda Mısır ordusu Osmanlı orduyu bir kaç kere bozgun uğrattılar. En kritik zamanda, İstanbul’a yol açık olduğu anında Rus Çar I. Nikolay emriyle 15.000 sayısında Rus kazaklar Boğaziçide indiler ve ancak bunun hakkında haberler Mısırlıları durdurmuştur. Biraz düşünüp onlar Mısıra döndüler. Osmanlı İmparatorluğu kurtarılmıştır. İkinci defa Türkiye Rusya’dan çok önemli yardım Milli Kurtuluş Savaşı yıllarında almıştır. SSCB savaşan Türkiye’ye destek olarak çok silah ve mermi göndermiştir. Bizim ünlü Mareşàl Frunze ise birkaç ay içinde Mustafa Kemal Paşa’nın ana askeri danışmanlarından birisi idi. Düşünüyoruz ki, bizim iyi komşuluk ilişkilerin başka örnekleri de bulabileceğiz. Tasarlanan Avrasya Birliği’nin üyesi olmak için Türkiye çok neden bulabilir. Ancak bazıları dile getirelim: 
 

1. Artık belirtmiştik ki, Türkiye, Rusya gibi hem Avrupa’da, hem de Asya’da bulunmaktadır. Doğal olarak Avrasya ülkesi olup Türkiye Avrasya Birliğinin ve Düzeninin bir rükünü olabilir. Bunun yerine, Türkiye yabancı jeopolitik stratejisinin elemanı olarak kullanılmakta, ve Avrasya bedeninde Avrasya düşmanlarının kaması oluyor. İlk sırada bundan dolayı Türkiye’nin pratik olarak bütün komşularıyla ilşikiler gayet bozuktur. Büyük savaş halinde NATO ve ABD, şüphesiz, türkleri toplara yem olarak kullanacaktır. NATO için en kritik ve tehlikeli bölgelere NATO stratejistleri asıl türk ordusunu gönderecek. Bu kritik bölgelerde türk mehmetçik, ona herhangi avrupalılardan daha yakın Avrasya kardeşleri (farsları, rusları, arapları) öldürmek ve onların kurşunlarından ölmek zorunda kalacak. Aynı zamanda, NATO bir zor duruma düşerse, onun yöneticileri gizli diplomasi çerçevesinde perde arkası görüşmeleri yaparken, Türkiye’yi bozuk para olarak fazla düşünmeden ve bir şey hissetmeden kullanacaklar. Emin olunuz ki, Avrupa ve ABD herhangi zor durumda Türkiye’yi kolayca satacaklar, çünkü Avrupa ile Türkiye arasında gerçek bir sağlam birliği ve alakası yoktur. Ünlü Amerikan politologu Hantington gelecekteki medeniyetler arası savaşları tasarlarken tahmin ediyor ki, önemli bir anda Türkiye NATO’dan ayrılacak ve İslam dünyasına katılarak Avrupa’ya karşı savaşacak. Bu tür değişikliklere Batı şüphesiz olarak hazırdır. Türkiye’nin bombardımanına dair emir vermek NATO yöneticileri için Yugoslavya bombardımanına dair emirin verilmesinden daha zor olmayacaktır. Hatırlatalım ki, SSCB varken Yugoslavya fiilen Batının müttefiki idi. Batı ile bütün ilişkileriniz ancak hesapta kurulmuştur. Bu tür ilişkiler çok kararsızdır. Bunu anlayınız! Aynı zamanda anlayınız ki sizin samimi müttefikler ıslavlar, farslar, araplar, Kavkasya milletleri, hintler, moğollar ve çinliler olabilir. Biz birbirimizi çok daha iyi anlayacağız, çünkü bizim Allah’ın ve dünyanın ortak duygumuz, ortak tarih anıları, ortak rüya ve hislerimiz vardır. Avrupa – başka bir hayat, diğer bir alemdir. Türkiye’nin Avrasya’ya dönüşü – eve dönüşü olacaktır. 2.Türklerin kökleri Asya’dadır. Kendisini bulmak için türkler doğuya dönmelidir. Türkler tarafından değil, Avrupa mason localarında uydurulmuş pantürkist projesinde öngörüldüğü gibi bütün başka türk milletleri “Avrupa medeniyetine” zorla çekmek değil, türkmenlerde, özbeklerde, tatarlarda, kırgızlarda ve diğer türk milletlerde çok daha iyi bir şekilde saklanılmış gerçek türk ananelerine ve esaslarına dönmek – işte yeni çağ için Türkiye’deki türklerin ana fikri olmalıdır. Türk milletlerin lideri olmak için önce yarı Avrupa halinden uzaklaşmak ve gerçek türklüğe dönmek gerekecektir. Türk aydınlar artık yabancı avrupa sosyal ve felesefe kategorileriyle düşünmemelidir. Ancak bu şekilde bugünkü hayatın iç manevi ahenksizliği giderilebilir. Doğuya dönüş Türkiye’nin İran’la, Arap ve Transkafkasya ülkeleriyle yakınlaşmasına yol açacak, bunun sayesinde ise Türkiye içindeki bütün milli problemler çözülecek. Türkiye nihayet kendisini Yakın Doğuda yabancı, Batı ajanı ve (tuhaf bir şey!) müsliman ülkelerine karşı İsrail’in askeri müttefiki olarak değil, müsliman dünyasının bir parçası olarak duyabilecek. Ananenin temiz pınarlarına dönmesi, şüphesiz olarak, gerçekten milli türk kültürünün ve genelde anadolu kültürünün kalkınması için, bir de türk kültürünün Batı felsefesinin ve sanatının en iyi olmayan örneklerine bağlılığının ve taklitçiliğinin giderilmesi için imkan sağlayacak. Bunun sonucunda, türk toplumunun dikkati, Hollywood yıldızlarınin katılımıyla sosyete iskandallarından ve borsa haberlerinden varoluşunun daha önemli sorunlarına çekilecek. Tarih bitmemiş, tarih ancak Bush, Shirac ve Blayer tarafından yapılmamaktadır, Türkiye milletleri kendileri kendi Yeni binyıllığının tarihini kendi iradesine uyarınca yapabilir ve yapmalı diye bilincine varılacak. 3.Avrasyacılık anafikrinin kabul edilmesi, Osmanlı İmparatorluğuna olumsuz görüşlerinin yenilmesi açısından Türkiye’nin iç pekileştirilmesi için katkı sağlayacak. Bugünkü Türkiye’de bir nedense Osmanlı İmparatorluğu hakkında olumlu bir şekilde konuşulamaz. Ülkenin bütün tarihsel başarısızlıkları Osmanlı İmparatorluğunun düzenine hamledilir. Bu arada imparatorluğun bütün yenilgilerinde Avrupa masonluğuna bağlı olan gizli örgütlerin karanlık rolü saklanmaktadır. Apaçıktır ki, geçmişin kınaması türk halka düşmanlarının tarafından kabul ettirilmiştir. Mesela, Osmanlı İmparatorluğunun 1. Dünya savaşında yenilgisi ve sonraki İtilaf devletleri tarafından işgal edilmesi için mesuliyet padişaha yükletilir, oysa ki padişahın gerçek iktidarı artık 1908 yılında, II. Abdulhamit devredilmesiyle birlikte fiilen ortadan kaldırılmıştır. Cephelerde yenilgiler ve ülke içinde milletler arası çatışmalar gerçekten jön türklerin hesabına yazılması lazımdır. Padişahların tarafından yürüttüğü ince milli ve dini siyaseti şartlarında 1915 yılına ait bir olay söz konusu bile olamazdı. Rusya gibi Osmanlı İmparatorluğu, milletlerin, dinlerin ve kültürlerin yanyana uyumlu varolması sağlanmış “çiçeklenen komplikelik” ülkesi idi. Milliyetçilik ve milli aşırıcılık Batının ve onun etkisini geçiren kuruluşların yaratıkları idi. XX asırının başlangıcında Osmanlı İmparatorluğunda meydana gelmiş milli aşırıcılık ve bütün onun bugünkü belirtileri – Batı etkisi ajanlarının, Batı devletlerinin istihbaratlarının faaliyetinin neticesidir. Avrasyacılık ideolojisinin kabul edilmesiyle Türkiye’deki milletler arasında barış yeniden temin edilecektir. 4.Türkiye’nin Batı birliğinden uzaklaşması ve Avrasya milletlerinin ailesine dönmesi, şüphesiz olarak, Türkiye ekonomisine olumlu bir şekilde etkileyecektir. Şu anda o dünya ekonomik kurumlarının tam kontrolü altında bulunmakta ve Batı ekonomik konjonktürün bütün kaprislerine maruzdur. 2001 yılında oluşmuş ekonomik kriz, türk ekonomisinin istikrarsızlığını, XX. yüzyılının 90. yıllarına ait ekonomik başarıların hayali olduğunu, Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Birliğine yönelimin yanlışlığını açıkça göstermiştir. Ancak bütün komşu ülkeleriyle iyi ilişkilerin kurulması, onun Avrasya ekonomik işbirliğine katılması, Türkiye’nin gerçek ekonomik istikrarını ve bağımsızlığını sağlayacak. Ancak Avrasya kapsamında Türkiye’nin ekonomik potansiyeli tam olarak talep edilecek. Avrasya sisteminde Türkiye gerçek ekonomik güç merkezlerinden birisi olabilecek. İran ve Mısır’dan Pakistan ve Endonezya’ya kadar bütün islam dünyasıyla Türkiye’nin ekonomik ilişkileri gereken seviyeye kadar geliştirilecek. Avrupa Eknomik Birliğinde üyeliğini kibirli avrupalılardan dilenmekten bıkmadınız mı? Ne olursa olsun, Türkiye’yi kendi birliğine kabul ederek te bu kibirli avrupalılar sizi her zaman yabancı sayacaklar, sizin iş inisiyatifinizi engellemek için girişimlerini bırakmayacaklar ve herhalde her zaman haklarınızı sınırlamak için bir bahane bulabilecekler. Türk iş adamı için sınırsız Avrasya piyasasına bakmağa zaman gelmedi mi? 5.Avrasyacılık hareketi – eski dünyanın yenilenmesi için bir harekettir. Bu hareket kıta ve dünya ruh devrimidir. Bu hareket – finansman varlığına, “political corrrectness”e ve “dünya insanlığının değerleri”ne değil, cesarete, namusa ve samimiliğe kıymet verildiği, insanlar daha o kadar şeytanca ikiyüzlü olmadığı, iyilik iyiliktir ve kötülük kötülüktür olduğu eski iyi zamanlara dönüş yoludur. Avrasyacılık – gerçekten serbest, mutlu çok kutuplu dünyaya dönüştür. Ve bu çiçekleşen dünyanın bir güzel misk gülü Türkiye olacaktır. 
Avrasyacılığını felsefesi Rusya’da doğmuştur. Batıya karşı entelektüel direnişin çok asırlı tecrübemiz vardır. Nisan 2001’de Moskova’da “Avrasya” hareketinin kurucu kongresi yer almıştır. Hareketin başında ünlü felsefeci ve sosyolog, çağdaş avrasyacılık veya yeni avrasyacılık konseptinin müellifi Aleksandr Gelyeviç DUGİN bulunmaktadır. Hareketin Siyasi Konseyinin takımına Rusya’nın bütün anane dinlerinin temsilcileri (Rusya’daki en saygılı İslam otoriteleri dahil olmak üzere) katılmıştır. Bunların arasında Rusya’nın Yüksek Müftüsü Talgat Tacuddin ve Çeçen anane islamının teoricisi Ahmed Nuhayev. Mayıs 2002’de hareket “Avrasya” siyasi partisine dönüştürülmüştür. “Avrasya” partisinin şu anda en aktüel ve önemli görevi olarak Çeçenistan’da barışın sağlanması ve zaten Kafkasya’da istikrarının temin edilmesi kabul edilmektedir. Daha büyük görevi, Rusya ile İslam dünyası arasında diyalogunun ayarlanması, çünkü bu daiyalogun sonucuna Avrasya’nın istikbali bağlıdır. Giz değildir ki Avrasya kıtasının zayıflatması ve destabilizasyonu planlarken ortak düşmanlarımız, Rusya ve diğer ortodoks ülkeleri ile İslam dünyası arasında global bir çatışmanın kışkırtılmasına büyük bir önem veriyorlar. Bu çatışma olunca bütün rüyaları gerçekleşecekler. Kıtada ilk olarak Avrasyacılığın bayrağı biz çekiyoruz. Ama Avrasya İşi – bütün Avrasya halklarının işidir. Her milletin entellektüel eliti Avrasyacılığın konseptinin geliştirilmesi için katkıda bulunabilir ve bulunmalıdır. Avrasyacılığın prensiplerini kabul eden her parti, hareket, sendika veya üniversite kürsüsü geniş Kıta Avrasyacılık hareketinin organizasyonuna bir pratik yardım sağlamalıdır. Potansiyel müttefiklerimize selam ve saygı sunarız ve organizasyon aktivitesini bekliyoruz. Şüphesiz, gelecekteki Ulu Avrasya her kendi milletinin katkısını adil olarak değerlendirecektir. Tabii ki, işe gerçekçi olarak bakılması lazımdır. Avrasyacılık tasarısının gerçekleştirilmesi kolay bir iş değildir. İlerde dünya kötülüğüne karşı, Yeni Dünya Düzeninin ejderhasına karşı, altın milyar canavarına karşı savaştır.