BIR GERÇEK OLARAK ÇOK KUTUPLULUK
Çok kutupluluk bir gerçektir ve özellikle ABD'nin ütopik tek kutuplu hegemonyasını saplantılı bir şekilde arzulayanlar tarafından yanlışlanabilir bir akademik teori değildir. Olaylar, uluslararası sistemin çok kutuplu bir dünya teorisini benimsemesinden daha hızlı gelişmektedir. Bu teori ilk kez, küresel bir siyasi hareket yaratan Profesör Dugin tarafından bütünüyle uluslararası tartışmaya sunulmuştur. Daha önce de Batı dünyasında çok kutupluluk hakkında konuşulmaya başlanmıştı, ancak tam olarak değil ve her zaman Batı hegemonyasının entelektüel bağlamında. Eleştirel Teori (Marksizm) ve Post-pozitivist yaklaşımlar, son yüzyılların küreselliğinin ardında Batı Avrupa medeniyetinin hegemonik arzusunun ve özellikle son on yıllarda ABD'nin sözde evrensel değerlerini küresel hale getirmek için maddi ve entelektüel düzeyde güç elde etmeye yönelik hegemonik küreselci arzusunun yattığının fark edilmesinin yolunu açmıştır. Eleştirel Teori, modern olgunun diğer ikinci yönüne dayanan başka bir ideolojik küreselciliğin başarılması için gerekli bir aşama olarak kabul etse de, hegemonyayı tamamen kapitalizmle eşitleyerek liberal kapitalizmin sözde işbirlikçi doğasının ardında gizlenen küresel sömürü hegemonyacılığını ortaya çıkarmıştır. Post-pozitivist yaklaşımlar, hegemonyayı modernitenin sürdürülmesiyle bir tutarak Batı kültürel olgusunun yerelliğini ve zamansallığını ortaya koymuşlardır, ancak bu olgunun modernite öncesi kalıntılarından kurtarılması gerekmektedir. Batı, değerleri yalnızca Anglo-Sakson etkisindeki belirli bir coğrafi bölgeyi ilgilendiren yerel bir kültürel olgudur. Bu iki örnek Batı'nın evrensellik iddialarının altında yatan hegemonik çekirdeği vurgularken, Huntington bir adım daha ileri giderek "tarihin sonu" zamanında yeni bir sistemin kutuplarını oluşturacak diğer kültürlerin varlığını kabul etti, ancak bunu her zaman uluslararası rekabetin gerçekçi çerçevesi içinde yaptı.
Batı'nın algısal sınırları buraya kadar uzanmaktadır. Çoklu potansiyel kutupların tanınması bile Batı'nın dünyaya iki kutuplu bakışını değiştirmiyor: "biz: potansiyel bir tek kutuplu sistemin hegemonları olarak ve onlar: bizim küreselciliğimize karşı çıkanlar". Ne yazık ki onlar için teknolojinin, küresel ticaretin ve ekonomik işlemlerin, her toplumun temelinde bir bomba olan ama aynı zamanda manipülasyon ve otoriter hegemonyacılık araçları olan hakçılık ve LGBTQizm ile insan doğasının o hedonist kısmına hitap etmenin "ayna hediyeleri" bekledikleri işi yapmadı. Modern öncesi kolektif bilinçlerini içlerinde saklamaları gereken toplumlar ise bunların hiçbiri tarafından eğilip bükülmediler, son derece geleneksel kaldılar ve Vestfalya uluslararası sistemine ait devletler olmalarına rağmen hiçbir zaman etnokratik özellikler edinmediler. Onlar kültürel meganasyonlardır (tarihlerini ve ruhlarını modern etnokrasiye satanların vay haline). Bu olgu uluslararası ilişkilerde "batılılaşmadan modernleşme" olarak adlandırılmaktadır. Çin, Hindistan, Rusya az ya da çok bunun örnekleridir. Ortadoğu'daki İslam (mezhepler arasındaki çatışmalara rağmen) etnokrasiyi bir engel ve parçalanma nedeni olarak görmektedir.
Modern çok kutuplu teori, çok etnikli ve çok dinli (modern öncesi imparatorlukların postmodern izdüşümü) ancak kolektif çeşitliliklerine saygı duyarken tüm bu farklılıkları birleştiren net kültürel özelliklere sahip tüm bu devletler için bilinçli bir tercih haline gelmeye başlamıştır. Bu durum özellikle Soğuk Savaş'ın sona ermesinin hemen ardından Batılı ideolojilerin mutlak gücünün çökmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Huntington'ın işaret ettiği gibi, komünist kutbun çöküşü ve liberal kapitalist değer ve kurumların dünya çapında yayılması, küresel rekabetin odağını artık ideolojilere değil, o zamana kadar ideolojiler tarafından kapsanmış olan medeniyetlere yöneltmiştir. Kapitalizm bu toplumlara bir ideoloji olarak değil, 20. yüzyıl boyunca ideolojilerin örtüsü altında yeniden doğan modern öncesi değerlere boyun eğdirmek isteyen Batı'nın hegemonyasına karşı bir araç olarak aktarılmıştır.
Küresel bir çatışmadan kaçınmak için uluslararası sistemde iki kutupluluğun mu yoksa çok kutupluluğun mu daha barışçıl bir çözüm olduğu konusunda da uzun bir akademik ve siyasi tartışma yaşanmıştır. Batılı akademisyenlerin iddia ettiği gibi Soğuk Savaş, uluslararası sistem iki kompakt kutuptan oluştuğunda istikrarlı olduğunu ve kontrollü çatışmaların iki kutbun coğrafi sınırlarında gerçekleştiğini göstermiştir. Dolayısıyla bugün Batı, çok kutuplu dünyanın öngörülemez olabileceğini savunurken bu deneyime dayanmaktadır. Bu her zaman, ya küresel bir merkez ve karar alma merkezinin "sivil toplum" olarak adlandırılan bireysel düzeyde dağılmasıyla ya da ABD'nin kendisinin merkezde olmasıyla (her iki durumda da Amerikanlaşma - batılılaşma ve küresel bir sosyal erime potasından bahsediyoruz) bir kez daha küresel hegemonyaya yol açacak iki kutuplu bir rekabeti sürdürerek hegemonya ihtiyacını haklı çıkarmak içindir.
Aksine, Uluslararası İlişkilerde artık çok kutuplu bir dünyanın istikrarlı olabileceği ve hatta bir dünya savaşından daha kolay kaçınabileceği açıktır. Kutuplaşma unsuru eksik olduğu için belki de iki kutupluluktan bile daha fazla. Bu durumda daha fazla bölgesel çatışma yaşanabilir ancak iki kutuplu sistemin aşırı kutuplaşmasının aksine kutuplaşmanın azalması nedeniyle daha fazla esneklik söz konusudur. Ayrıca, küresel sistemin yeni kutupları, en azından halihazırda oluşmuş ve bilinçli olarak kutupsal güçler olarak faaliyet gösterenler, hegemonik olma potansiyeline sahip değildir. Hegemonya arayışında olan tek kutup Avrupa-Atlantikçiliğidir. Bir yanda çok kutuplu bir dünyayı tanıyan bağımsız kutupların ortaya çıktığı, diğer yanda ise dünyayı hegemonik olarak görmeye devam eden hegemonik bir gücün bulunduğu mevcut oyun işte bu akışkanlık içinde oynanmaktadır. Yani, potansiyel olarak tek kutuplu ve geleneksel olarak iki kutuplu (zaferimize ve hegemonyamıza meydan okuyanlara karşı dünya sisteminin haklı olarak hegemonları olan biz Soğuk Savaş galipleri). Kısacası, sistem bugün çok kutuplu olsa da Batı'nın bu gerçeği görmeyi reddetmesi onu tehlikeli kılmaktadır. Ayrıca, Avrupa-Atlantikçiliği sadece çevrede yer alan bir "barbarlar" bölgesinin değil, birkaç kutbun varlığını kabul etseydi, hegemonik bir güç olamayacağını, tarihsel ve coğrafi olarak sınırlı kültürel bir fenomen olduğunu ve değerlerinin evrenselleştirilmesi iddiasının sadece ekonomik ve askeri gücünün verdiği hakka dayandığını anlamaya zorlardı. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı'ndan kaçınma şansı varsa, bu ancak ABD'nin coğrafi olarak geleneksel etki alanıyla sınırlı 7 kutuptan biri olduğunun farkına varmasıyla mümkün olacaktır.
Aksi takdirde, Batı'nın Avrasya'ya daha fazla nüfuz etme araçları olan emperyalizmin ileri karakolları - hegemonyacılık (Ukrayna, İsrail, Tayvan ve yakında kutupların kenarındaki diğer devletler), yeni bir dünya savaşının son askeri aşamasının patlak vermesi için bahaneler haline gelecektir. Teorinin sürekli teorik tartışmalardan kurtulmasına ve hangi kutup sisteminin daha istikrarlı olduğuna karar vermesine yardımcı olmak için şunu söyleyebiliriz: Batı iki kutuplu yorumda ısrar ederse, Uluslararası İlişkiler literatüründe çok kutupluluk değil, iki kutuplu sistem en yıkıcı sistem olarak kabul edilecektir... Birkaç nükleer patlamadan sonra enternasyonalist literatüre devam etmenin bir anlamı varsa...
Türkçe çeviri : Adnan DEMİR