İRAN’IN BÜYÜK GÜÇ STATÜSÜNE YÜKSELİŞİ – 2
İran-Irak Savaşı, devrim sonrası İran’ın demografik açıdan büyük bir kısmını yok etmişti ve 1990’lar öncelikli olarak dinlenme ve toparlanma için harcanmıştı.
İran milenyuma girerken, Amerikan İmparatorluğu, Tek Kutuplu Dünya’nın zirvesindeydi. Kimsenin bulaşmak istemediği bir güçtü. Rusya hâlâ maddi ve manevi iflaslarının ardından toparlanmaya çalışıyordu. Çin, ekonomik hamleye henüz yeni başlamıştı.
Bu süre zarfında nispeten müttefiksiz ve izole edilmiş olan İran, kendisini Kuzey Kore ve Irak gibi hayranların favorileriyle birlikte Başkan Bush’un ifadesiyle kendini “şer ekseni” içinde buldu.
Dolayısıyla, İran liderliği yavaş ve sistemli bir şekilde hareket etti. Yapılacak ilk iş, İran’ın yerli yeteneklerini güçlendirmekti; özellikle de o zamanlar modası geçmiş, çoğu Sovyet topçusu, füzesi vesair içeren cephaneliğiyle ilgili olarak.
Yapılacak ikinci iş, ticaret arenasında hareket alanı kazanmak ve böylece Tek Kutuplu Dönem sırasındaki yaptırımların meydana getirdiği baskının bir kısmını hafifletmekti. Bu dönemde Amerika’nın üstünlüğü işlerini zorlaştırdı.
Yerli sanayi, imalat ve üretim, hayatî odak alanları haline geldi. Bu nedenle 2000’li yıllarda İran, ister istemez gerçek bir inovasyon merkezi haline geldi. Ticarette temel araç ve malzemelere erişimin olmaması nedeniyle mecburen önemli atılımlar gerçekleştirdi.
İranlı mühendisler, öncelikle kısa-orta-uzun balistik füzeler hususunda, devletlerin izolasyonundan en iyi şekilde istifade ettiler. Düşük maliyetli, imalatta yüksek oranda tekrarlanabilir ve kolayca konuşlandırılabilir silah sistemleri geliştirdiler.
Amerika Batı Asya’da kan, hazine, itibar ve mevki dökerken, İran liderliği hem diplomatik hem de askeri açıdan daha da yakın bağlar kurdu.
IŞİD’in ve bağlantılı cihatçı birliklerin elinde ölüme terk edilen Şiilerin hâmiliğini üstlenip, Irak’ta etkin hâle gelmesi, ilk hedefiydi.
İran, yalnızca cihatçı güçleri püskürtmek için değil, Iraklı paramiliter şii güçlerin silahlandırılması, eğitimi ve standartlaştırılması konusunda da yardım sağladı.
Bu güçler yalnızca IŞİD’in ve ortaklarının püskürtülmesinde rol almakla kalmadı, aynı zamanda savaştan yıpranmış ülkenin hayati altyapısının, konutlarının vesair yeniden inşasında da önemli bir rol oynadı. Bu nedenle, bugün milli kahramanlar olarak görülüyorlar.
Nasrallah, Lübnan’da, İran’ı yakın bir müttefik, bölgeyi aydınlatan yenilik feneri olarak gördü.
Hizbullah’ın 2006’da Siyonistlere karşı kazandığı şok zaferin ardından, İran’ın uzmanlığı füze ve drone yetenekleri daha da güçlendi.
Günümüzün Hizbullah’ı yalnızca dronlarını, füzelerini vb. yerli olarak üretmekle kalmıyor, aynı şekilde yedekte söz konusu yüzbinlerce mühimmatı da bulunduruyor.
Suriye Devleti Başkanı Beşar Esad için bu, yaşamakta olduğu iç savaş hengamesinde, hem silah hem de insan gücü konusunda hazır yardım anlamına geliyordu.
Hizbullah ve arkadaşları söz konusu cepheye yardım ederken, İranlı mühendisler, teknisyenler ve subaylar da Suriye Arap Ordusu’na ve Rus müttefiklerine IŞİD’i kovma konusunda yardım etti.
Yemen’in Suudi önderliğindeki vahşi işgali sırasında Ensarullah, İran’dan mühimmat konusunda benzer bir yardım edindi ve yerli yeteneklerini bu sayede geliştirdi ve bugün korkulan bir gemi karşıtı balistik füze ve dron cephaneliğine sahip.
Genel olarak, İran’ın içine dahil edildiği “Şer Ekseni” 2010’ların ortalarına gelindiğinde gerçeğe dönüştü. “Direniş Ekseni” de böylece doğdu.
Mihver büyüdükçe İran’ın küresel itibarı da büyüdü. Artık dostsuz ve izole değil, Rusya ve Çin’in büyük güçlerine ulaşmaya başladı.
Her zamanki gibi, Sam Amca ve arkadaşları söz konusu sonucu önlemek için her şeyi yaptılar.
İranlı diplomatlar, askeri ataşeler gibi, 2010’ların ortalarından sonlarına ve 2020’lerin başlarında suikasta kurban gitti, hapsedildi vesair… Ancak İran hükümeti, Direniş hareketleriyle yaptıkları çalışmalardan edindikleri bilgiler artık onları değiştirmişti.
Direniş liderleri ve savaşçıları aynı şekilde İranlılara her alanda çok daha zorlu bir düşmanla savaşmak için gereken cesareti, dayanıklılığı ve azmi göstermişlerdi. Bu özellikler sonunda İran daha da aktif hale geldi.
İran’ın bölgedeki Siyonistlere ve onların dostlarına karşı mücadelelerinde çeşitli organik milislere ve halklara yardım etmeye çalışmasıyla başlayan şey, artık İran’ı ve halkını Tek Kutuplu Hegemonyaya karşı direnişin atan bir kalbine dönüştürmüştü.
Amerikan zorbalığı ve maksimum baskı böylece tam tersi bir etki meydana getirdi ve İran’ın, Rusya ve Çin tarafından harekete geçirilen daha geniş Avrasya mimarileriyle bağlarını kesin olarak güvence altına aldı. İran kendisini birer birer şu örgütlere bağladı:
İlk olarak, Temmuz 2023’te Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), ardından BRCIS ve Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ile İran nihayet onlarca yıldır süren izolasyondan kurtuldu.
Yüzyıllar önce İran, Batı’yı Doğu’ya bağlayan ticaret için bir merkezdi. İran’ın yukarıdaki teşkilatlara resmen dahil olmasıyla birlikte, Avrasya entegrasyonu yoluyla bu merkezi, birleştirici rolün bir kez daha ön plana çıktığını gördü.
Ancak, görev hâlâ tamamlanmamıştı.
28 Ocak’ta Ürdün’ün kuzeydoğusunda, Suriye sınırına yakın bir üsse düzenlenen tek yönlü saldırıda üç ABD askeri öldürüldü ve 25 kişi de yaralandı. Savunma Bakanlığı politikası uyarınca, asker üyelerinin kimlikleri, en yakın akrabalarına bilgi verildikten sonraki 24 saate kadar gizli tutuldu. ABD’li bir yetkili Reuters haber ajansına, en az 34 askerin olası travmatik beyin hasarı açısından muayene edildiğini söyledi. Irak’taki İslami Direniş, Suriye-Ürdün sınırındaki El-Tanf üssüne düzenlenen insansız hava aracı saldırısının sorumluluğunu üstlenen bir bildiri yayınladı.
Aralık ayında ABD’li yetkililer, Irak ve Suriye’deki Amerikan askerlerinin barındığı askeri üslere 17 Ekim’den bu yana en az 97 kez saldırı düzenlendiğini açıklamıştı.
11 Eylül’den sonra sözde “Teröre Karşı Küresel Savaş” başladığından beri bölgeye bir bela olan Amerikan kuvvetleri hâla büyük bir kısmıyla mevcudunu muhafaza ediyor. Irak ve Suriye’de paralı askerleri, vekilleri ve düzenli birliklerinden oluşan birlikler hâlâ önemli ölçüde nüfuz sahibidir.
İran, büyük güç statüsüne yükselirse bunu mahallesi içindeki ve çevresindeki söz konusu güçlerle yapamaz. Artık Amerikalıları ve onların vekillerini daha geniş bölgeden kalıcı olarak kovması bir zorunluluk haline geldi. Büyük bir güç olmak istiyorsa, zaruri…
Bunu yapmamak, kaos, yıkım ve ölüm ajanlarının hançerlerini Tahran’a ve dostlarına doğrultmuş halde kalması ve böylece ticaret, kültür vb. alanlarda gelecekteki bölgesel entegrasyonların uygulanamaz hale gelmesi anlamına gelir.
Lübnan ve Suriye limanları üzerinden Akdeniz’e erişim, Devrim Muhafızları’nın daha ağır saldırı silahlarını İsrail’in içinde ve uzağında tutan, stratejik olarak yerleştirilmiş ABD garnizonları aracılığıyla engelleniyor. Bu nedenle ABD’ nin yerinden edilmesi gerekiyor.
Gazze’deki soykırım ve etnik temizlik, aynı şekilde, İran’ın Amerikan güçlerinin Batı Asya’dan zorla çıkarılması yönündeki iddiasını ahlaki açıdan tek sağlam argüman haline getirdi.
Yalanlar İmparatorluğu’nun bunu önlemek için İran’a karşı topyekün savaş başlatmaya istekli olup olmadığı henüz bilinmiyor. Bakalım ne olacak?